Published on

Yanan Evden Artakalanlar

Authors
Fire

“Don't you say we're lost

We are safe inside

While they burn down our house”

Get Well Soon, 2008.

Arkamıza bile bakmadan kaçtığımız o küllere dönen evden ne kalmıştır bizlere? Belki bir kibrit, belki bir çakmak, belki de boş bir benzin şişesi... Zamanında kendisine mutluluk kaynağı olarak görev yapan evini bizzat kül eder insan. Eskiden ona ışıklar saçan ev, son kez selam vererek önce parlar, ardından sonsuz karanlığa karışır. Ve hiçbir şey kalmaz o küllerin arasından, istense de bulmak imkânsızdır artık. Bunun elbette bir sebebi vardır. İnsan kendi evini ilerleyebilmek için yakar. Yaktıktan sonra içeriye sığınarak bekler, çünkü içerisi onun için güvenlidir. Ancak artık bir içerisi var mıdır? Algısına iç ve dış kavramlarını öğreten pencerelerinin yokluğunda, insan aciz benliğini nerede muhafaza etmelidir? Bu makalenin amacı ev kavramını geometrik ölçülere bağlı kalmadan bir imge olarak incelemek, ardından ise kurulan ev çerçevesini ilgili Türk edebiyatı eserlerinde incelemektir. Makaleye Gaston Bachelard’ın Mekânın Poetikası’nda oluşturduğu mekân kavramı incelenerek başlanacak, ardından bu kapsamda gelişen ev/yurt çerçevesi eserler ile beraber yorumlanacaktır.

Mekânın Patikasında Derme Çatma Bir Ev

Mekân her şeydir, anılarımız ve hayallerimiz mekânsallaştıkları ölçüde sağlamlaşır ve bilinçdışımız onları kendi mutluluk mekânına yerleştirir (Özbek,1,2015). Bu bağlamda mekân, geometrik ölçülere indirgenen bir anlamdan öte yaşantı ve yaşamla anlaşılmaktadır. Mekân, yaşamı barındıran hayal gücünün kavradığı her şeydir ve içerisinde barındırdığı tüm metaforlar ve imgeler insanın sezgisel dünyasında kesişir (Özbek,2,2015). Gaston Bachelard’a göre mekân insan ruhuna dair bir çözümleme aracıdır. Bachelard, mekân kavramına fenomenolojik olarak yaklaşır ve mekânı insan ile olan ilişkisi üzerinden değerlendirir. Bu bağlamda mekân kavramının incelenmesinden önce fenomenoloji kavramı üzerine durulması kurulacak çerçevenin sağlamlaştırılması açısından önemlidir.

Fenomenoloji, Edmund Husserl tarafından ideal varlığını inceleme yöntemi olarak geliştirilmiştir (Özbek,2,2015). Fenomenolojinin mekân kavramının temelinde bulunmasının en önemli sebeplerinden biri fenomenoloji düşüncesinde nesnesin varlığının öznenin varlığına bağlı olmasıdır.Bu bağlamda nesnenin bilgisine özneden ulaşılabilir. Fenomenoloji, sosyal bilimlerde sıkça karşılaşılan pozitivist yaklaşım ve matematiksel kesinliklere karşı çıkar (Özbek,2,2015). Bu yüzden fenomenolojinin deneyime dayandığını söylemek mümkündür. Alıntılayan Özbek, deneyimin işlevini anlatmak için şunları aktarır: “Bireysel deneyime dayanan fenomonolojide, insan ile yaşadığı çevreler deneyim ve anlam boyutuyla betimlenmektedir”(3,2015) Bu sayede mekân somut bir nesne ve imgenin ötesinde, içerisinde geçen yaşamla beraber ele alınmaya başlanır. Mekân, bu kapsam içerisinde değerlendirildiğinde bilincin bir içeriği olarak fenomene dönüşür (Özbek,3,2015). Özbek’e göre mekâna fenomenolojik olarak yaklaşmak onun dünyadaki bütününde deneyimleyen kişi için önemini anlamaktır (3,2015).

Bachelard bu tabanda yükselen mekân kavramını şiirsel imgelem, yani yankılama yolu ile inceler. Aynen bir yunus balığının gönderdiği dalgalarla çevresini anlamlandırığı gibi, Bachelard da özne ve nesne arasındaki hareketi kullanarak mekânı anlamlandırır. Bu bağlamda imgelem ve mekân bağı iki yönlüdür: biz ne kadar mekânın içerisindeysek mekân da o kadar bizim içimizdedir (Özbek,3,2015). Özbek’e göre mekânlar, bilen ve hafızalarına kaydeden yaşam uzamları olarak varlık bulurlar (3,2015). Sevilen, övülen, nefret edilen tüm mekânlar içerdikleri bileşenler ile beraber şiirsel imgeyi oluşturur, ve oluşturulan imge mekânı anlamlandırmamızda bize yardım eder. Bachelard şiirsel imge – mekân ilişkisini ev, çekmece, kabuk, iç-dış diyalektiği gibi kavramlar üzerinden inceler (Özbek,4,2015). Bu kapsamda ev, insanın ilk evreni olmakla beraber kişinin duygu ve düşüncelerini birleştirmektedir.

Gaston Bachelard Mekânın Poetikası’nda evi bir mutluluk mekânı olarak tanımlar ve eve ait imgelerin düşsel değerini inceler (Gürbilek,138,1999). Eve ait imgelerin incelenmesinde bir başka önemli kavram, onların görülmesini sağlayan ışıktır. Işık, evdeki imgeleri aydınlatmanın yanı sıra dışarıya yaydığı aydınlıkla bir göz görevi görür. Ev geceye açılmış bir gözdür; görür, geceler, ve gözetler (Gürbilek,138,1999). Evden sızan ışık, dışarıdan bakan kişiye evin uyanık olduğunu ve gözetlemeye devam ettiğini işaret eder. Bu sırada evin içerisinde bulunan insan için bir çelişki doğar. Bu, ışığın nerede olduğunun çelişkisidir. Gözetleyen ve gözetlenen arasında yaşadığı bitmek bilmez gelgitler insanı deli eder, ve en sonunda cevabını alamadığı sorusuna sinirlenip perdesini kapatır. Şüphelendiği ışığın evinin içerisinde kırılıp parçalanması, dışarı kaçamaması rahatsız edicidir (Gürbilek,139,1999). Bu iç daraltıcı duygulara eşlik eden kepenk sesleri, sokak lambaları gibi çevresel imgeler kişinin içerisindeki huzursuzluğu arttırır. Gece tamamen çöktüğünde ise ayrımlar büyük bir çoğunlukla kesinleşmiştir. Sokak ve ev, iç ve dış, karanlık ve aydınlık birbirinden tamamen ayrılmıştır (Gürbilek,139,1999). Ancak ışığın nerede olduğu hala kesin değildir. İç dünyasına kapanan ev, ışığın kırılmasıyla beraber karanlık köşelerini içindekilere açar. Ev mekânı, mahzen ve tavan arasına uzanan dikey doğrultusunda içindeki insanların ruhunu çözümleyen bir araçtır (Özbek,4,2015). Mahzen ve tavan arası evin mekânları olmasına karşın aynı zamanda birer imgedir, mahzen insanın korkularını simgelerken tavan arası da unutulmuş nesneleri ve geçmişin imgelerini simgeler (Özbek,4,2015). Bu iç daraltıcı ortam kişinin zihnindeki ev algısını çarpıtma görevi üstlenir. İçinde bulunduğu mekân artık ne erken çocuklukta keşfedilebilecek bir dış, ne de dış dünyadan sığınılabilecek bir içtir (Gürbilek,140,1999). Ev, bu aşamadan sonra kişiye bahşettiği iç dünyanın bedelini de gün yüzüne çıkarır. Bu hayatın her anında kişiye eşlik eden iç sıkıntısıdır. Bu tür duyguların yeri, zamanı, yoğunluğu değişkendir, ancak ortak olan tek bir şey vardır. O da bu duyguların kaynağı değilse de ilk sahnesinin içinde yaşanılan ev olmasıdır (Gürbilek,140,1999).

Sahip olunan iç sıkıntısı ve öfke yaşamın her tarafına sıçrar. Alıntılayan Gürbilek içerisinde bulunulan öfke durumunu Tezer Özlü’nün sözleriyle şu şekilde açıklar:

“Öfke içinde büyüyoruz. Oturduğmuz semte, sokağa, eşyalara, kış aylarında güçlükle ısıttığımız eskimiş, ortası çukur yataklara öfke duyarak büyüyoruz” (142,1999)

Eve ve içindekilere duyulan öfke, kendine çevredeki eşyalarda ve imgelerde hayat bulur. Ve bu sayede mekân, çevresindekileri anlamlandırma kabiliyetine erişir. İçerisinde bulunduğu mekânı anlamlandırmaya başlayan insan, ele aldığı her objeyle beraber içerisinde bulunduğu evi biraz daha tanır, ve her seferinde evden biraz daha uzaklaşır. Uzaktan bakıldığında ışık saçan hayalleri onu yüz üstü bırakmıştır. “Asıl mutluluk Pazara Cuma gününden bakıldığında görülendir. Pazarın ışığı Cumaya varmıştır.” (Gürbilek,145,1999) Burada olan da budur aslında. Umut bağlanılan evin yaydığı ışık, kaynağına yaklaşıldıkça söner. Eline aldığı tüm imgelerin ışığı sönüp sonsuz karanlığın içinde hapsolmadan önce yapabileceği iki şey vardır insanın. Gitmek ya da kalmak.

Türk Edebiyatı Eserlerinde Ev ve Yurt

Bu bölümde daha önce oluşturulan ev ve mekân çerçevesi Türk edebiyatındaki değerli eserler üzerinde incelenecektir.

Seray Şahiner’in Antabus adlı romanında Leyla bahsedilen umut ışığına kapılır. Evlenmeden önce hayalini kurduğu sıcak, samimi aile hayatı onu cezbeder.

“Hemşirenin kocası.. ilkokul öğretmeniymiş, çocukları çok severmiş. Bunların bir-iki yıla çocukları olur … hemşirenin adı ‘eli tez hemşire’ye çıkar. Mesela çat kapı misafir mi geldi, hemen buzluktan çıkardığı tavuğu çözdürür fırında tavuk-patates yapari yanına bir de şehriyeli pilav, çoban salata…” (Şahiner,12,2019)

Ancak hayalini kurduğu aile hayatı evin ışığı içeride kırıldıkça farklı bir hâl alır. Eline aldığı imgeler ona yüz çevirir.

“Hani evlilik hayali kuran kızlar var ya, ben onların aklına sıçayım. Benim en büyük hayalim boşanmak.” (Şahiner,59,2019)

İşte tam bu anda Leyla’nın kafasında o meşhur ikilem canlanır. Ya ışık dışarda, karanlık evdeyse? Bu ikilem’in sonucunda Leyla çözümü evden daha uzağa gitmekte bulur. Leyla her “ev”in nihai ikilemi olan “gitme veya kalma” ayrımında gitmeyi seçer. Leyla için ışığın dışarıda olup olmadığı kesin değildir. Ancak karanlık kesinlikle evin içerisindedir.

Sema Kaygusuz’un Barbarın Kahkahası adlı romanında yurt, küçük bir otele sığdırılmıştır. Yurt kavramı altında içerdiği birçok küçük bungalovla, yani evlerle netleşir. Yurdun altındaki evlerde çıkan her türlü olay bir üst kurmaca olan yurt kavramının gerçekliklerini mekânsallaştırarak güçlendirir. Bu bağlamda verilebilecek en iyi ev örneği Ozanların evidir. Hikaye boyunca Ozan’ın evdeki iktidar mücadelesinin çevresindeki eşyalarla özdeşleştiğini görürürüz. Şayet Ozan iktidar savaşını avladığı hayvanlar ile sembolize etmektedir.

“Ozan önlerinde beliriverdi.

Ürkütücü, haşin bir gülümsemeyle. Elinde bir şey vardı. Ölü şey. K a p l u m b a ğ a” (Kaygusuz,72,2019)

Ozan, yaşadığı evin mahzeninde bir korku unsuru olarak var olabilmek ve iktidarını benimsetebilmek için nefretini objelerle eşleştirir.

Oğuz Atay’ın Oyunlarla Yaşayanlar adlı tiyatro eserinde ışık kavramının mekân çerçevesi üzerindeki önemi sahnede gösterilir. Coşkun’un evi dışındaki mekânlar aydınlatılmaz, ancak Coşkun farklı mekânlara geçiş yaptığında ise evi kararır. Bu Coşkun’un sürekli bir ev arayışında olduğunu gösterir. Coşkun bu arayıştan yarattığı oyunlarda yaşayarak kurtulmaya çalışır.

“COŞKUN: Hayır hayır. Beni sevmeyin. Ben hep endişe içinde yaşamak istiyorum. Böylesi daha iyi geliyor bana. Korkuyorum, eve dönmek istiyorum.

SAFFET (Oynar) : Artık dönemezsiniz Coşkun bey. Artık hayatınızın sonuna kadar oynamalısınız.Bir kere başladınız…” (Atay,54,2019)

Coşkun, gitmek ya da kalmak arasındaki boşlukta sallanır. Hayaliyle eşleşmeyen hayatını düzeltmek veya oyunlarına sığınmak arasında bir beşik gibi sallanır. Ancak fitil ateşlendikten sonra onu engelleyebilecek hiçbir güç yoktur.

Ferit Edgü’nün Hakkâri’de Bir Mevsim adlı romanında ana karakterin ev arayışına şahitlik ederiz. Ancak Hakkâri’de Bir Mevsim’i diğer romanlardan ayıran büyük bir farkı vardır. Bu sefer ana karakter evinden kaçmaz, onu ilginç bir samimiyetle benimser

  1. DÜŞLERİ BIRAK, GERÇEKLERE BAK (Unutayım mı denizleri, eski sevgilileri, eski sözcükleri,dünü,yarını?) …. 5. KENDİNE BAŞKA BİR YURT ARAMA (Burda mı doğdum ben, burda mı öleceğim?) (Edgü,107-108,2019)

Hikâye’de dikkat edilmesi gereken bir başka konu, ana karakterin eskiden içerisinde bulunduğu evden kaçarak kendisine Hakkâri’de yeni bir ev edinmesidir. Şayet burada mekân ana karakterin ilk evi değildir.

Zaven Biberyan’ın Meteliksiz Aşıklar adlı romanında ev içindeki iktidar savaşı çok kutupludur. Anne babaya duyulan öfkeyi ifade etmek zor olduğundan öfke eve, eşyalara, evin sönük ışıklarına, gerilimli rahatsız havasına aktarılır (Gürbilek,143,1999).

“Annesinin duyması, görmesi, ağlaması, bağırması hiç umrunda değildi. Babasının paltosunu satacaktı.” (Biberyan,46,2018)

Palto iktidara isyanın en temel objelerindendir. Evin içeriside ışığı bulamayan Norma, fiziksel olarak içinden ayrılmamasına karşın zihinsel olarak evini terk edip yeni evini Sur’un çevresinde arar.

Sonuç ve Artakalanlar

Peki, cidden nedir yangından artakalan? Kendi ellerimizle ateşe verdiğimiz evlerimizden ne kalır bizlere? Kaçıp saklandığımız, güvende olduğumuz “içerisi” neresidir? Bachelard, bu soruyu cevaplamamız için bizlere küçük bir ipucu verir,

“Ruhumuz bir konuttur. Ve evleri, odaları hatırlayarak kendi içimizde konaklamayı öğreniriz.” (31,2019)

Anlarız ki içerisi, bizim ruhumuzdur. Ve yanan evlerimizden bize kalanlar, kendimizi aradığımız bu uzun yolculuğun sonunda varacağımız nihai evimizin tavan arasındaki hatıralardır.

Kaynakça

  • Atay, O. (2018). Oyunlarla yaşayanlar İstanbul: İletişim Yayınları.
  • Bachelard, G. (2019) Mekânın poetikası İstanbul: İthaki Yayınları.
  • Biberyan, Z. (2017). Meteliksiz aşıklar İstanbul: Aras Yayıncılık.
  • Edgü, F. (2018). Hakkari’de bir mevsim / “O” İstanbul: Alfa Basım Yayınları.
  • Gürbilek, N. (Bahar 1997). Ev ödevi. Defter Dergisi 30, 139-148.
  • Kaygusuz, S. (2015). Barbarın Kahkahası İstanbul: Metis Yayınları.
  • Özbek, D.A. (2015). Şiirsel İmgelem Olarak Mekânı Düşlemek: Gaston Bachelard’ın Mekân Düşüncesi, İstanbul: Mimar Sinan Üniversitesi
  • Şahiner, S. (2014). Antabus İstanbul: Can Sanat Yayınları.